Deniz Berktay ile Kuzeyden Notlar: Ne ekümenikliğinden bahsediyorsunuz?
İsviçre’de Ukrayna’nın girişimiyle düzenlenen barış zirvesinin bizim açımızdan en sansasyonel tarafı, Lozan Antlaşması’na göre sadece Türkiye’deki Rum Ortodoks nüfusun dini kurumu olan Fener Patrikhanesi’nin konferans sonuç bildirgesini “ekümenik patrikhane” unvanıyla imzalaması oldu.
Bu konferans, sadece devletlerin ve devletler arası örgütlerin katıldığı bir etkinlikti. Sonuç bildirgesine de ancak bu özelliğe sahip olanlar imza atabilirdi. O halde Fener, böyle bir bildirgeye nasıl imza attı? Üstelik de “ekümenik patrik” unvanıyla. Hatırlayalım “ekümenik patrik” demek, Ortodoks dünyasının üst yöneticisi demek. Fener’in böyle bir statüye sahip olmasını ne Türkiye ne de Ortodoks dünyası kabul ediyor (Fener, Ortodokslar arasında sadece eşitler arasında birinci olarak görülüyor. Başka hiçbir yetkisi yok). Fener’i ekümenik yapmak isteyen ABD. Çünkü ABD, Fener aracılığıyla dünyadaki Ortodoks halkları yönetme peşinde.
Nedense milliyetçi veya laik-Atatürkçü kesimlerden kimileri de bunu normal karşılıyor. Kimisi Türkiye’nin Fener aracılığıyla -tıpkı Fatih döneminde olduğu gibi- Balkan halklarını denetleyebileceğini söylüyor, bazıları da “neredeyse tamamı Müslüman olan ülkede bir avuç Rumdan niye ürktüğümüzü” soruyor.
Fener (veya İstanbul) Patrikhanesi, İstanbul’un fethinden beridir, yani 571 yıldır, Türkiye sınırları içinde. Ama bizde Fener hakkında çalışma, çok az (“Ben bu konuyu araştırdım” diyenlerin çalışmalarına baktığımızda pek çoğunun hatalarla dolu olduğunu görüyoruz). O nedenle, bu konuyu 20 yıldır inceleyen biri olarak izninizle yazayım:
ABD, ekümeniklikle birlikte patriğin Türk vatandaşı olma şartının kalkmasını istiyor. Yani ABD vatandaşı Ortodokslar da patrik seçilebilsin isteniyor. Bu, Türkiye’nin hiç denetleyemediği, ABD’nin denetimine geçen ve çevre ülkelere yönelik olarak siyasi tavırlar ortaya koyan bir devlet içi devletin ortaya çıkması demek. Bunun İstanbul Rumlarının haklarıyla ne alakası var?
Fatih, Rum Patriği’ne çok geniş yetkiler verirken ertesi gün bu yetkileri geri alacak güçteydi. Bugün Türkiye’nin gücü, ABD vatandaşı bir patriği alaşağı etmeye yeter mi? Sorunun yanıtı “hayır”sa bu kurum sizin gücünüz değil, ABD’nin gücü olur.
Fatih, Osmanlı’yı dini cemaatler aracılığıyla yöneten “millet sistemi”ni kurumsallaştırmış ve bütün Ortodoksların yönetimini patriğe vermişti. Dünyevi yetkilerle donanan Fener patriği, Osmanlı’nın modernleşmesine, din ile dünya işlerinin ayrılmasına da şiddetle karşı çıkacaktı (Mustafa Reşit Paşa 1839’da Gülhane’de Tanzimat Fermanı’nı okuduktan sonra keseye sokarken Fener patriğinin “O ferman o keseye girsin de bir daha çıkmasın” dediği söylenir. Bkz: Bülent Tanör – Osmanlı–Türk Anayasal Gelişmeleri). Cumhuriyetin ilanıyla Medeni Kanun kabul edilip medeni hukuka ait yetkilerin laik mahkemelere geçmesine en çok itiraz edenlerden biri de Fener patriği idi. O nedenle Fener Patrikhanesi, Türkiye’deki gayrimüslimlerin bir temsilcisi değil, olsa olsa o kesimin en geri kurumudur.
Son olarak Fener Patrikhanesi’nin 1990’ların ikinci yarısından itibaren Fethullahçılarla (FETÖ) “dinler arası diyalog” adı altında nasıl sıkı fıkı olduklarını, FETÖ yayın organlarında patrikhaneye nasıl güzellemelerin başladığını hatırlayın. Gazetemizin önde gelen isimlerinden İlhan Selçuk, Erol Manisalı, Mustafa Balbay Ergenekon kumpasıyla hedef alınırken Fener patriği, bu kumpası tasvip eden açıklamalar yapıyordu.
O nedenle ekümenikliğe “evet” demek Cumhuriyetçiliğe de Atatürkçülüğe de uymaz.