Verginin hesabı: Son kuruşa kadar şeffaflık şart
Devlete ödediğim vergilerin karşılığını almadığımı düşünüyorum. Sağlık hizmetinde “iyi değil” diye geri adım atıyorum; sigortamı yaptırıyorum, sigortadan hizmet alıyorum. Torunlarım devlet okuluna gitmiyor, özel okula gidiyor — bunun anlamı şu: devlet, benden topladığı parayı hak etmiyor. Bu his, yalnızca duygusal bir yakınma değil; bütçe rakamlarına bakınca mantıklı bir öfkeye dönüşüyor.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçen 2026 Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu teklifine göre bilinen ana hatlar şöyle: gider yaklaşık 18,9 trilyon TL, gelir tahmini ise yaklaşık 16,2 trilyon TL; dolayısıyla yaklaşık 2,7 trilyon TL civarında bir açık gözüküyor. Komisyon görüşmelerinde gider toplamı resmi olarak 18.801.514.833.000 TL (kayıtlı rakam üzerinden) kabul edildi ve açığın borçlanma yoluyla kapatılacağı açıklandı. Yani bu iş “kafadan enflasyonla alınacak” demek.
Bir ülke, vatandaşının ömrünü bütçe açığına ve enflasyona kurban ediyorsa orada adalet bitmiştir. “Ömrüm bütçe açığı ve enflasyonla geçti” demek, abartı değil; benim ve pek çok ailenin ve çalışanın öyküsü bu.
Gelir tarafına baktığınızda tablo net: KDV’den 3,0 trilyon TL, gelir vergisinden 3,5 trilyon TL, ÖTV’den 2,5 trilyon TL, kurumlar vergisinden ise yalnızca 1,6 trilyon TL bekleniyor. Yani toplam toplanan verginin büyük kısmı halktan; şirketlerden alınan pay nispeten küçük. Buna MTV, para cezaları gibi kalemler de ekleniyor. Sonuç: zenginin kârı korunuyor, garibanın cebine daha sıkı bakılıyor. Bu vergi yapısıyla bir ülkede yoksulluk olmaz mı, sorgulanmalı.
Gider kalemleri ise ayrıca düşündürücü: personel giderleri 5,5 trilyon TL, cari transferler 6,8 trilyon TL, faiz giderleri 2,7 trilyon TL. Yani devletin her 100 lirasından 16 lirası faize gidiyor. Gerçek yatırımlara, üretime, istihdama ayrılan pay ise sadece 1,2 trilyon TL. Kısacası elimizde bir “faiz bütçesi” var: yeni fabrikalar, üretimi destekleyecek teşvikler yerine bankaların ve bazı yüklenicilerin kasaları doluyor.
Eğitime ayrılan pay rakamsal olarak büyük gözükse de (yaklaşık 1,9 trilyon TL), bu paranın hangi vakıf, dernek veya hangi protokol çerçevesinde kime aktarıldığı şeffaf değil. Okullar sabun bile alamıyorsa “eğitime en büyük pay ayrıldı” söylemi inandırıcılığını yitirir. Ayrıca savunma ve iç güvenlik için ayrılan yaklaşık 2,15 trilyon TL; KİT yatırımları için planlanan kaynak ise ~679,4 milyar TL olarak gösteriliyor. Yatırım programında 3.783 proje yer alıyor; ama bunların ne kadarının gerçek, tamamlanabilir projeler olduğu, ne kadarının “garanti taahhüt”lere gideceği belirsiz.
Bütçe tartışmaları sırasında milletvekillerinin gündeme getirdiği seyyanen zam önergesi, partiler arası ittifaklar ve aniden geri çekildiği iddiası—bunlar kamuoyunu aydınlatma görevini daha da önemli kılıyor. Bütçe meclise gelince aynı konuların yeniden pakete eklenebileceği ihtimali var; geri çekildiğine dair belge yoksa vatandaşın şüphe duyması doğaldır.
Karşılaştırma yapınca başka örnekler de düşündürücü: Bazı ülkelerde halk sokaklara dökülüp vergi düzenlemelerini geri çektirebiliyor; bizdeyse büyük holdinglerin milyarlık vergileri affedilirken temel gıdalara, temel ihtiyaçlara vergi yükü binebiliyor. Cemaatlere, vakıflara sağlanan muafiyetlerin listesi uzuyor; bu tür muafiyetlerin gerekçesi, şeffaflığı ve adaleti sorgulanmalı.
Nefesimize göz dikenler, konu cemaatlere gelince vergi affını yağdırıyor: Sami Efendi Vakfı da listeye eklendi: 341 vakıf artık vergiden muaf.
Demokrasinin özü şudur: Millet verdiği vergilerin nereye gittiğini, en son kuruşuna kadar bilme, sorma, öğrenme ve denetleme hakkına sahiptir. Vergisini verdiği anda vatandaş olmaktan çıkmıyor; aksine daha fazla söz sahibi olması gerekiyor. Vergileri denetlemek, takip etmek vatandaşlık görevidir.
Son söz: Vergi veren insan, hesabını soracak kadar vatandaş olmalıdır. Meclis koridorlarında, bütçe cetvellerinde ve kamu ihalelerinde şeffaflık sağlanmadıkça hem demokrasi hem adalet yara alır. Ve unutmayalım—parayı veren de, hesabı soracak olan da biziz. Biraz merak, biraz takip, biraz inat: yetmez mi?
(Biraz kızgınlık, ama umut hâlâ var — çünkü soran, soru sormaya devam ederse değişim başlar.)
- Verginin hesabı: Son kuruşa kadar şeffaflık şart - 10 Aralık 2025
- Çay memleketinin kahveye teslim oluşu - 6 Aralık 2025
- Papa 14. Leo Türkiye’de! - 29 Kasım 2025
- İtalya’da Maccabi Tel Aviv’e protesto - 21 Kasım 2025
- Mülakatın kefesi eğilmişse devletin terazisi de bozulur - 9 Kasım 2025
- Uzun yaşamak suç mu oldu? - 27 Ekim 2025
- Ankara büyürken Türkiye küçülüyor - 17 Ekim 2025
- Memur yoksulluğa, emekli açlığa terk edildi - 1 Ekim 2025
- Borcun gölgesinde büyüyen yoksulluk: Bu mu kalkınma? - 28 Eylül 2025
- Türkiye’de ulaştırmanın geleceği: yol mu, ray mı? - 15 Eylül 2025
